mehmet emin tangören
Editörden

DÜNYA BANKASI PROJESİNİN SONUCU: EMEKLİYE ÇORBA VE ERZAK YARDIMI

Dünya Bankası‘nın 1990 yıllarında birçok ülke için hazırlamış ve bazılarında da uygulamaya koymuş olduğu “Yaşlılık Krizini Önlemek” raporunda, sosyal güvenliğin geleceğe taşınabilmesi için üç önemli ayak belirlenmiştir. Aslında bu üç önemli ayak, karma bir sistemin parçalarıdır.
Yapıyı oluşturan parçalardan birinci ayak diyebileceğimiz parçası kamusaldır. Katılım zorunludur ve dağıtım yöntemi ile finanse edilmektedir. Var olan sosyal güvenlik sistemlerinin aksine, gelirin yeniden dağılımına odaklanmıştır. Bu ayağın temel amacı, yoksulluğun giderilmesidir. Ancak özel kesim tarafından yürütülecek diğer ayakların olumsuz etkilenmemesi için en düşük düzeyde tutulması öngörülmektedir.

İkinci ayak, tamamen özel kesim tarafından yürütülecek ve katılımı zorunlu olacaktır. Bunun temel amacı, tasarrufların artırılması ve yaratılan kaynağın sermaye piyasalarına aktarılmasıdır.

Üçüncü ayak ise yine özel kesim tarafından yürütülecek ancak katılım zorunlu olmayacaktır. Bu ayağın temel amacı, yaşlılıkta daha fazla emeklilik geliri
elde etmek isteyen yüksek gelir gruplarının isteklerinin karşılanmasıdır. Bu yapıda, kamusal bir ayağın varlığı, açıkça sistemin kalanının piyasaya
bırakılmasının doğuracağı olumsuzlukların hafifletilmesine yöneliktir.

Dünyada pek çok ülke, 1990’lardan başlayarak sosyal güvenlik sistemlerini Dünya Bankası’nın öngördüğü biçimde yeniden düzenlemeye çalışmıştır/çalışmaktadır. Ülke örnekleri tam anlamıyla bu üçlü yapıya uyum sağlayamamış olsalar da genel eğilim, ona doğru bir yönelimi göstermektedir.

Aynı yıllarda, sözkonusu Dünya Bankası projesi, ülkemiz için de bir kurtuluş olarak görülmüş, giderek artan yaşlı nüfusa ileride yetmeyeceği öngörülen sosyal güvenlik sistemi üzerinde ciddi reformlara gidilmek istenmiştir. Bunlardan en keskini de, 1999 yılında yaşanan Marmara Depremi’nin etkileri sürerken, adeta yangından mal kaçırır gibi TBMM gündemine getirilen ve 4447 sayılı yasayla yürürlüğe konan uygulamalar olmuştur.

Sosyal güvenlik sisteminin evrensel normlarından olan; nimet-külfet dengesi bir anda bozulmuş; çok prim ödeyenlerin daha az aylıklar aldığı bir sisteme yönelim başlamıştır.

Dünya Bankası’nın sözkonusu projesi, sadece daha küçük çaplı sistemlerde uygulanabilmiş, ülkemiz gibi büyük kapsamlı sosyal güvenlik sistemlerinde başarıya ulaşamamıştır.

Bunun sebeplerinden birisi; 1960 yılında sosyal güvenlik kapsamında olan nüfusun toplam nüfusa oranı %6 iken, 2000 yılında %87’ye ve 2005 yılında ise %95’e yükselmesidir. Diğer yandan nüfusun yaşlanması süreci de henüz tam anlamıyla olmasa da Türkiye’de de sosyal güvenlik sistemini tehdit etmeye başlamıştır.

Bir başka sorun da, kayıtdışı ekonominin önünün bir türlü alınamamış olmasıdır. Türkiye’de yüksek düzeyde olduğu bilinen kayıtdışı istihdam da sosyal güvenlik kuruluşlarının finansman yapılarını olumsuz etkileyen unsurlar arasındadır. 1989-2006 döneminde istihdamın 1,6 kat, kayıtdışı istihdamın ise 2 kat arttığı hesaplanmıştır. Bu durum da sosyal güvenlik sisteminin aktüeryal dengesini bozmakta, aktif-pasif oranını dünya standartlarının altına çekmektedir.

Yaşanan bütün bu olumsuzluklar beraberinde yaşlı-emekli yoksulluğunu gündeme getirmiştir. Emeklilerin gelirleri ve bu gelirlerin alım gücü giderek erimiş, ek sigorta sistemlerinin, tıpkı Dünya Bankası’nın istediği gibi sisteme dahil olması yönünde gelişmeler gündeme gelmiştir.

Artık bir çok ebeveyn kendileri için olmasa bile, gelecekte çocuklarının sıkıntı çekmemeleri için bireysel emeklilik sistemine yönelmekte ve hatta ek sağlık sigortalarına başvurma yoluna gitmektedirler.

Oysa ki; mevcut yasal düzenlemelere göre bile, ülkemizde sosyal güvenlik sisteminin ek tasarruf yöntemleri gerektirmeyen, emeklilerin geçim standartlarını koruyan bir sistem olması gerekmektedir.

Giderek yoksullaştırılan emekli topluluğu artık ne yazık ki, sosyal yardımlarla geçinebilir hale getirilmiştir. Başta sosyal yardım kurumları ve yetmediği için yerel yönetimler; sanki ülkede bir savaş hali varmış, ya da ciddi bir doğal afet yaşanmış gibi çorba ve yemek dağıtır hale gelmiştir. Oysa bunlar OHAL uygulamalarıdır ve emeklinin bunlara ihtiyacının olmaması gerekir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir